10 Haziran 2010 Perşembe

Biz Küçük Aptallar

Geçtiğimiz Şubat ayında Cem Mumcu’dan bir mesaj almamla başladı her şey.

Aslında ondan öncesi var yalan olmasın şimdi. Kendisi benim blogu haftanın önerisi olarak gazetesinde yazmış; blog dünyasında ve sosyal medyada bile sansürlenen; sırf nick kullanıyorum (hem de böyle çok ama çok ayıp bir nick) diye tukaka ilan edilen bendeniz ve sayfam sayesinde gazetelere çıkmıştı.

Hoşuma gitse de çok da üzerinde durmamıştım bu durumun. “E görmüş bi yerden okumuş yazmış tamam” diyip devam etmiştim hayatıma.

Sonra şubat ayında Pucca’dan bir mesaj aldım. “Cem Mumcu mesaj atmış yetiş ne cevap verecem buna” diyordu. Sonra bir baktım bana da gelmiş aynı mesaj.

İkimiz adına cevap vereyim o zaman” dedim ben de.

Sonrasına çok da girmek istemiyorum. Daha sonra detaylı bir şekilde okuyacaksınız zaten. Hatta Pucca şu yazısında anlatmıştı olanları kendi dilinde. Benden de dinleyeceksiniz bu hikayeyi yakında ama şimdilik özet geçmek gerekirse;

Cem Mumcu bizimle bir şey başlatmak istiyordu. Bir şeyler kuracaktık.

Amacımız, farklı şeyler anlatsak da aynı dili konuştuğumuz, kaygıları, birilerine yaranma çabaları olmadan sadece içlerinden gelenleri yazan; içlerinden bir şey gelmediğinde ise susmayı beceren, iddialı ama kendini de bilen blog yazarlarını bir çatı altında toplayıp; yapılmamış, daha doğrusu yaptırılmamış, ve yapılmasına pek fırsat verilmeyen bir şeyi yapmaktı.

Bunun adına da Dizüstü Edebiyat dedik sonra.

Dizüstü Edebiyat’ın ilk meyvesi de Pucca olmalıydı.

Zira Pucca sadece bloglarda değil tüm internet dünyasında çığır açan biri idi.

Eski sevgilisinden intikam almak amacıyla açtığı blogunda yaptığı şey sevimli bir intikamla kalmadı. Sadece bir şeyler yazmadı Pucca.

Onun sayesinde bir insanın hayatına hiç yapmadığımız bir şeyle müdahil olduk :

Okuyarak.

Hem de bu devirde.

Evet doğru düzgün bir imla ile yazmıyor, daha de’leri da’ları ayıramıyor, iki laftan birinde küfrediyor, “yok artık” diyeceğimiz; bazılarımızın duymaktan utanacağı şeyleri anlatıyordu.

Adını sanını, resmini cismini bilmediğimiz bu kız, sadece yazarak yapıyordu bunu..

Hem de o an içinden geçen ne varsa yazarak.

Batmadı o yüzden imla hataları, küfürleri, ayıpları.

E çünkü biz de küfrediyorduk, biz de pis pis konuşuyorduk, biz de zırvalıyorduk..

Ama onun yaptığı “bizi bize anlatmak” gibi kolpa bir samimiyet de değildi.

O sadece içinden geçeni yazıyordu kaygısı olmadan.

Elalemin ne diyeceğini düşünmeden.

Ama babasından da tırsıp adını da açıklayamayacak kadar da gerçekti.

Hepimize ilham kaynağı oldu.

Kimimiz onu taklit ederek başladık blog yazmaya, sonra papaz olup yüz çevirdik, beğenmedik ilham aldığımız bu kızı, “koca götlü çikin bir şeyim ben” diyip durduğu halde “koca götlü” diye laf soktuğumuzu sandık.

Kendine "Her Boku Bilen Adam" diyen bana “sen her şeyi bildiğini mi sanıyon düdük” dediklerinde hissettim ne hissettiğini onun.

“Çok okunmaya başlayınca bak nasıl üstüne gelecekler” dediğinde “ben etkilenmem öyle şeylerden” desem de içim içimi yedi bambaşka bir şey anlattığım yazıyı alakasız taraflara çekenleri görünce.

Ben Pucca’dan çok şey öğrendim. Benim gibi pek çok blog yazarı ve okuyucusu çok şey öğrendi bu kızdan.

Ve şimdi biz küçük aptalların kendi dünyalarını anlatmasına ilham kaynağı olan bu ağzı bozuk kız, samimiyetimizle kurduğumuz, tepesine de sloganlar yazıp kendimize takma gibi duran ama kimliğimizde yazandan bile bizi daha çok yansıtan mahlaslarımızla oluşturduğumuz bu dünyamız sayesinde bize açılan o kapıdan ilk giren olacak.

3 Haziran’da “Küçük Aptalın Büyük Dünyası” sadece bir ekrandan değil, kanlı canlı bir şekilde ellerimizde olacak.

Pucca’nın, sonra samihazinses’in, sonra da benim kitaplarımız kaç satar, burdan voliyi vururuz, köşeyi döneriz ya da sadece eş dost akraba alır inanın ne benim ne de bu ekibin umrunda.

Bunu tüm samimiyetimle söylüyorum. Tıpkı bu blogda hep içimden geçenleri zırvalasam da çekinmeden söylediğim gibi.

Tabi ki okunmak, popüler olmak, binlerce satmak insana haz verir; tıpkı bloglarımıza giren insan sayısının çok olmasından da belli etmesek de bir haz duyduğumuz gibi. Ama burda asıl beni ve bu ekiptekileri heyecanlandıran, mutlu eden unsur Cem Mumcu’nun bize para kazanma, çok satma, ünlü olma vs. gibi şeylerin değil; bloglarımızda kurduğumuz "içimizden geleni” yazma ve bunu yaparken de bu işin sadece bizimle kalmayacağını, “içinden geleni söyleyenlerin” konuştuğu bu dili anlayan insanları da peşimizden getirme şansını vermiş olması.

Pucca’yı seversiniz, sevmezsiniz; hatta çekemez bu olayı baltalamaya çalışırsınız önemli olan bunlar değil.

Yazdığımız kitaplar 10 da satsa; bu ekipteki blog yazarları olarak sabahın bir vakti Cem Mumcu’nun yatağında çarşaf meme ucumuza denk gelmiş şekilde uyanıp kendimizi kandırılmış ve kirletilmiş de hissetsek, 20 yıl sonra “bu lavuk var ya bi kitap yazdı bi tek eşi dostu aldı sonra da zaten iddaa bayii açmış” da deseler; ben sadece içimden gelenleri yazdığım için açılan bu kapıdan girme şansına eriştiğim için kendimi çok mutlu hissediyorum.


O kapıdan ilk giren olma şansını çoktan hakeden en büyük KÜÇÜK Aptalımız Pucca'yı da "kitaba güvenip taksite girme" diye uyarıyor ve "cnm yhaa bak her zmn yanındayım mucksss xd xd" diyerek cool kişiliğimi kendisi için biraz da olsa zedeliyorum.


Dizüstü Edebiyat facebook sayfası için buna twitter sayfası için de buna tıklayın.

3 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Evrenin her hangi bir yerinden koşarak geldin, biliyoruz. Çünkü burası senin yerin. Unutma! Bu fanzin, kuruyan her şeyi yeniden ıslatmak ve nihayetinde yeşertmek isteyen herkesin. Sen de yazılarını göndererek, ıslatabilirsin yaşamı, doğayı, insanlığı, umudu, çocuk gülüşleri...

    Kuru Fanzin muhtemelen hafta bir sayı çıkmak üzere piyasaya sürüldü. Sen de Tüm Türkiye'ye basılı olarak ulaştırılacak olan bu fanzin'de yazmak istiyorum diyorsan, hemen tıkla > Kuru Fanzin

    YanıtlaSil